21 Eylül 2012 Cuma

Cumhuriyet Devrimi’ni savunmak, Köy Enstitülerini savunmaktır



Bir “Medeniyet davası”

Yeni sezonun en iddialı yapımlarından birisi olarak gösterilen “Toprağın Çocukları” gösterime girdi. Cumhuriyet Devrimi’nin en önemli atılımlarından olan Köy Enstitüleri hakkında bir hikaye anlatan film, önceki gün gerçekleşen galasında ayakta alkışlandı. Tüm oyuncuların büyük bir özveri ve imece ile gerçekleşmesine katkıda bulundukları “Toprağın Çocukları”, kapatılışının üzerinden geçen  68 yıl sonra, galaya katılanların büyük çoğunluğu tarafından göz yaşları içerisinde izleniyordu.

Köy Enstitüleri’nin kurucusu İsmail Hakkı Tonguç’un bir Çingene aileyi kurtarma çabası sırasında, okulun gericilerin saldırısına uğraması etrafında gelişen olaylar sonunda okulun müdürü Kemal Bey “komünizm propagandası” yaptığı gerekçesi ile tutuklanır. Müdüklerini sahiplenen öğrenciler, okulun inşasını bitirir ve anfi tiyatroyu okulda öğrendiklerini sergiledikleri büyük bir gösteri ile açarlar.

Mesajı açık ve kararlı bir film
Kendisi de bir Köy Enstitülü babanın oğlu olan ve filmin aynı zamanda yapımcısı da olan Erkan Can, öğrencilerini “kötü yola sevk ettiği” iddia olunan müdür Kemal Bey karakterini canlandırıyor. Usta oyuncu Bahattin Engin ise Tonguç karakterini oynuyor. Şebnem Sönmez, aynı zamanda filmin müziklerini de seslendiren Suzan Kardeş, Menderes Samancılar, Ezel Akay gibi usta oyuncuların yanında genç yeteneklerin ve yapım ekibinin imece ile katıldıkları filmin ulusal uyanışın en büyük hamlesi olan Köy Enstitülerinin tekrar gündeme gelmesine katkıda bulunacaklarını düşünüyorum. Hele ki, tam gün eğitim, eksik sınıf ve öğretmen açığının kapatılması, uluslar arası kalitede mesleki eğitimin sağlanması gibi, eğitimin en temel sorunlarını bilinçli olarak ıskalayıp, Türkiye’yi eğitim alanında dünyanın en geri ülkesi olmaya mahkum eden bir hükümet döneminde bu tartışmanın ne kadar önemli olduğu kendiliğinden ortaya çıkıyor.

“Toprağın Çocukları”, izleyicisine mesaj vermekten korkmuyor. Bu yanı ile, Cumhuriyet Devrimi’ni başı dik ve kararlıkla sahipleniyor. Ülkeye yollar, bağlar, elektrik santralleri, tarım arazileri, su depoları vs. gibi pek çok imarlık katkısı yanında, 17.251 öğretmen ve sağlıkçı yetiştiren Köy Enstitüleri, Anadolu’yu yüzlerce yıldır karanlığa mahkum edildiği karanlığın içerisinden çekip çıkaracak büyük bir medeniyet hamlesine dönüşmek üzere iken, CHP içerisinde yuvalanmış gericilerin baskıları sonucundan kapatıldı. Ancak, 6 yıl gibi kısa bir süre faaliyet göstermiş olsa da, Türkiye’nin sanat hayatına Anadolu’nun damga vurduğu büyük aydınların yetişmesine de vesile oldu.

“Toprağın Çocukları” bir devrim filmi
Aşık Veysel’in halk müziği eğitmenliği yaptığı Köy Enstitülerinde aynı zamanda klasik müzik eğitimi de veriliyordu. Böylece, kuruluş amaçlarına uygun olarak, ulusal kültür ile uygarlığın kazanımları harmanlanıyordu. Bugün, Köy Enstitüleri deneyimini hala karalamaya devam edenlerin, ulusumuzun karanlığı yırtması ve uygar ulusların yanında özgür ve eşit olarak yer almasının önünde duran gericiler olduğunu aktaran “Toprağın Çocukları”nı sahiplenmek, Cumhuriyet Devrimi’ni sahiplenmektir.

Başta filmin gerçekleşmesinde büyük kararlık gösteren yönetmen Ali Adnan Özgür ve Erkan Can olmak üzere, tüm ekibi Türkiye’nin en çok ihtiyacı olan devrimci ve ilerici kazanımlarımızı bize hatırlattıkları ve üzerine düşünmemizi sağladıkları için kutluyorum. Tüm okuyucularımıza, gericilerin, sözümona liberallerin ve işbirlikçilerin yalan ve karalamalarına inat, Cumhuriyet’in Anadolu insanı için ne demek olduğunu gösteren “Toprağın Çocukları”nı izlemelerini öneriyorum.

Toprağın Çocukları
Yönetmen: Ali Adnan Özgür
Senaryo: Dilşah Özdinç
Görüntü Yönetmeni: Yusuf Aslanyürek
Oyuncular: Erkan Can, Şebnem Sönmez, Bahtiyar Engin, Suzan Kardeş, Müge Boz, Türkü Turan, Ufuk Bayraktar, Ezgi Mola, Serdal Genç, Bertan Dirikolu, Menderes Samancılar, Banu Başeren, Ezel Akay.
Türkiye, 2012, 102 dakika

17 Eylül 2012 Pazartesi

Yeni Şafak sinema yazarından Alin Taşçıyan’a salvolar

“Mağdurum" refleksi sinemaya da sıçradı!

Yeni Şafak gazetesinin sinema yazarı Ali Murat Güven uzunca bir yazı ile Alin Taşçıyan ile arasında geçen b ir polemikten yola çıkarak, sinema yazarları ve SİYAD hakkındaki görüşlerini dile getirdi. Ancak, yazının “şikayet” üslubu, referansları  ve tespitleri ile tüm sinema dünyasını ve yazarlarını hedef aldığı çok açıktı. Anlaşılan o ki, Ali Murat Güven kendisi ile Alin Taşçıyan arasındaki husumeti toptan sinema dünyasına yıkmaya karar vermişti.

Ali Murat Güven’e göre, sinema yazarlarının “alayı” ulusalcı, komünist ve ateist. Bir de kendisi var, mağdur dindar! Dolayısıyla, bu “mağdur dindar”ı çemberin dışında tutmak için akla hayale gelmeyecek komplolar düzenleniyor! Bu “ana fikri” desteklemek için,Ali Murat Güven uzun yazısına uzunca bir anı da eklemiş. Kim olduğu anlaşılamayan ama, satır aralarından Atilla Dorsay olmadığı anlaşılan bu “yaşlı komünist” Ali Murat’a, “tüm Türkiye’yi alabilirsiniz, ama kültür ve sanat alanını size vermeyiz” der! Kim kime neyi vermiyor, kafalar epeyi karışır, ama yazının varacağı nokta şudur, dindar entelektüeller kültür ve sanat alanında mağdur konumdadır. Bütün bu akıl-fikir çerçevesini, sonuçta Alin Taşçıyan tarafından nasıl ve neden mağdur edildiğini açıklamak için kullanan Ali Murat Güven, sinema yazarları arasında bir şövalye, hadi “milli bir karakter”le betimleyelim, bir Tarkan gibi direnmektedir. Tek farkla: Tarkan her zaman gavura galip gelirken, “içimize sızmış gavurlar” Ali Murat Güven’i epeyi hırpalamaktadır!

Bizim hiç SİYAD’ımız olmadı, anne!
SİYAD önemli bir sinema yazarları topluluğunu içerisinde barındıran bir dernek örgütlenmesi. Çok sayıda dostum, hatta başkanlığını YK üyeliğini yaptı. Ancak, bugünkü koşullar değişmediği sürece, şimdilik üye olmayı düşünmüyorum. Bu tavrımı ve nedenlerini de, pek çok SİYAD üyesi arkadaşım biliyor. Ancak, bu tavrımda yola çıkarak SİYAD üyeleri hakkında genelleme içeren yargılara başvurmayacağımı da herkes bilir.
Ali Murat Güven ise, etkin olduğu kuşku götürmez bir üyesinden yola çıkarak SİYAD’ın işlevi ve tüm üyeleri hakkında, kendi varsaydığı mağduriyetini açıklamaya yönelik, kabul edilmesi imkansız genel yargı, hatta iftiralara baş vuruyor. SİYAD üyesi olmadığım halde, vicdanın kabul edemeyeceği, hayal mahsulü eleştirileri okurken, Ali Murat Güven’in adalet konusundaki salvosu, benim de isyanıma neden oldu.

İdeolojik despotizm, 8-10 kişilik çete gibi tanımlamalarla varılmak istenen yer, biz dindarları mağdur eden solcu ateistlere ne yapacağız, sorusudur. “Camiye bomba koymuşlar” yalanından farksız bir provokasyon olan böylesi cepheleşmelerin asıl amacı da, hak etmediği yerleri cebir ile ele geçirmek arzusudur. Elbette ki, Ali Murat Güven de, “keyfiyet hasıl olduğunda” SİYAD karşısına yeni bir örgütlenme ile çıkmayı düşünecektir. Ancak, bugünkü koşullarda bunu başarmasının imkansızlığı, ona sadece SİYAD üzerine sızlanma, “büyüklerine” şikayet etme “şansı” bırakıyor.

“Biz dindarlar” ve ötekiler!
Ali Murat Güven’e göre, adalet duygusu solcularda ve ateistlerde gelişmemiştir. Çünkü, adalet duygusu sadece Allah korkusu olanlarda gelişebilir! Bizim mahalle-karşı mahalle saflaşmaları ile yürüyen bir yazıdan, üstelik sinema yazarı olarak kendisini tanıtan bir yazardan daha ne beklersiniz? Adalet duygusunu aklınca tekeline alan Ali Murat Güven, sadece “kendisi gibi müslümanlara” nail olduğunu iddia ettiği adalet duygusunun nasıl olupta, bu kadar yolsuzluğu, şiddeti, ayrımcılığı görmediğini elbette ki, açıklayamaz.

Sadece sinemaya dair konuşmaya kalksak, örneğin Ali Murat Güven hangi adalet duygusu ile Mehmet Tanrıverdi’nin Hür Adam filminin Gani Rüzgar Şavata’nın senaryosundan aşırılma olduğunu yazmamıştır? Konu mahkemeye dahi intikal ettiğinde hangi adalet duygusu ile haber değer görmemiştir?

Acaba, Ali Murat Güven’in hangi adalet duygusu, Barla filminin sunumundaki yalanlara değinme lüzumu görmemiştir? Ya da, şimdilerde kendi mahallesinin savaşçılarının savunmayı pek benimsedikleri Diyanet’in imamının arkasında namaz kılınmaz, fikrini eleştirmekten imtina eden duygusu nerede gelişmiştir, Ali Murat Güven’in?

Vicdanı olmayan kişinin adalet duygusu da olmaz. Vicdanı olmayan kişi, örneğin “ İslamcı şirketlere paramı kaptırdım, yardım edin” diyen vatandaşına, “Bana mı sordun paranı kaptırırken” diyebilir! Nasıl ki, “paranın dini, imanı olmaz!” ise, vicdani olgunluk da, adalet duygusunu besler.

Ali Murat Güven’in vicdan konusunda epeyi problemli olduğu, Alin Taşçıyan ile arasındaki husumeti SİYAD üyelerine, hatta tüm sinema yazarlarına taşımaya kalkışmasından belli oluyor. Kendisine tavsiyem, önce vicdanı üzerine biraz ders çalışmasıdır. Alin Taşçıyan ile sorunlarını bir şekilde çözer, ama vicdanı olmayan kişinin hayattaki duruşunu “çözmesi” imkansızdır. İktidara çalışma arkadaşlarını şikayet ederek, bulunduğu konumu iyileştirme yoluna başvuran bir kişinin vicdanı olabileceğine ise, “bizim mahalle”nin kargaları bile gülmez!