Otoriteye boyun eğen kültürümüz bize hep
acılarımızı içimize gömmeyi öğütlemiş. Rasyonel aklın saha dışına itildiği ve
hükümdar ile onun ‘aura’sından sebeplenen kitleye dâhil olamayan bireyin
anonimleşmeye (siz onu hiçleşmek olarak okuyun) mecbur bırakıldığı egemen
kültürü sorgulamadan bu cendereden çıkabilmek hayal gibi.
Nitekim, Kenan Evren’in ölümü bağlamında da yazdım:
Kenan Evren
ölmüş, sevinenler var.
Neye
seviniyorsunuz? Soramadığınız hesabı sonunda Allah kesti, diye mi? Yoksa,
üzerinizden bir yük kalktı, diye mi?
Oysa, Evren'in
ölümüne en çok üzülmesi gerekenler, onun şahsında bu ülkeye, bu ülkenin
namuslu, yurtsever çocuklarına ödetilen bedellerin hesabını görmeyi sonsuza dek
ellerinden kaçıranlar olmalıdır.
1980 faşist darbesinin
üzerinden tam 35 sene geçmiş. 35 sene boyunca darbe ile hesaplaşma hanesine dâhil
edilecek neler yapıldı diye sorsak, keşfedeceğimiz “bizim büyük çaresizliğimiz” olacaktır.
Faşizm gibi, sadece
siyaset erkinin zirvelerinde administratif müdahale olarak kalmayan, aksine toplumsal
derinliğine işleyen bir kültürel saldırıdan söz ediyorsak, karşılığı da aynı
yerden ve hatta daha kuvvetli olmalıydı. Ancak, faşizm kültürü ile hesaplaşma
hanesine yazacağımız kaç sanat eserimiz var? Ben hemen söyleyeyim: elde var
sıfır!
İtalyan faşizmi ile,
Alman nazizmi ile, Şili’de Pinochet, İspanya’da Franko ile hesaplaşan, toplumun
kodlarını faşizmin şiddete tapan, bireyi yok sayan, boyun eğmeyi ve taassubu
teşvik eden kültürüne doğru değiştirilmesi girişimine karşı duran, bunun yerine
halkların kardeşliğini, dayanışmayı, korkusuzluğu, bireyselliği ve farklılığı
yücelten ne büyük eserler var! Saymaya kalksak, yerimiz yetmez.
Peki, Türkiye’nin
binlerce insanını “kaybettiği”, on binlercesini işkencelerde ezdirdiği, yüz
binlercesini hapishanelerde çürüttüğü “yurttaş”larının yaşadıklarından
öğrendiği şey nedir? Hani filminiz? Hani romanınız? Hani şiiriniz? Hani
resminiz? Hani tiyatronuz? Hani heykeliniz? Hani müziğiniz?
Ömrünü ziyadesiyle tamam
etmiş ve eceliyle ölmüş bir darbe liderinin ardından zafer kazanmış edalarıyla
sevinmek, işte bu nedenle sadece riyakârlıktır, sadece iki yüzlülüktür!
12 Eylül faşizmi ile
hesaplaşmayı halkın kültürüne bir saldırıya karşı durmak olarak anlayamadık.
Peki, başka alanlarda bunu başarabildik mi? Ne yazık ki, olumlu cevap vermek
mümkün görünmüyor. Sivas’ta ülkemizin en seçkin aydınlarının katledilmesine
karşı direnişin “Alevi mücadelesi” çerçevesine hapsedilmesine seyirci kaldık.
Güneydoğu’da koca bir coğrafyanın şiddet ile terbiye edilmesine seyirci kaldık.
Kültürel faşizmin dinci yobazlıkla ittifakla toplumun üzerine karabasan gibi çökmesine
seyirci kaldık.
Elbette, “ana akım”
dışında kalan isyankârlar da oldu! Terbiye edilemeyen, sanatı halkın gerçekleri
söyleme ve öğrenme hakkı olarak kullanan “Promete”lerimiz…
“Gocuklu celep
kaldırınca sopasını” salhaneye koşmayan, “çaldığı ateşi” derya içre olup
deryayı bilmeyen balıklarla paylaşabilmek için esir düşmeyi önemsemeyen ama, “meseleyi”
teslim olmamak şeklinde ifade eden Prometeler!
İşte o Prometelerden
birisinin yaptığı bir film izledim: Soma 301. Adından da hemen anlaşılacağı
üzere, 2014 yılında Soma’da yaşanan madenci faciasına dair bir film.
Yönetmen, daha üzerinden
bir yıl geçmişken ve bizler de her zaman olduğu gibi hatırlamayı pek sevmezken,
hatta unutuşun bir uyuşturucu gibi beynimize zerk edilmesinden tatlı bir haz
dahi alırken, geldi ve bizi dürttü, rahatsız etti!
Mesleğini artık
yapamayacağını anlayan ve bu nedenle memleketi Soma’ya geri dönen işsiz
gazeteci üzerinden anlattığı hikâyesinde Ahmet Faik Akıncı, yorulmadan bizi
dürtmeyi deniyor. Çünkü, biliyor ki, akrep gibi karanlık, serçe gibi telaşlı,
midye gibi kapalı milyonları rahatsız etmezsek bu insanın insana zulmü
bitmeyecek. Allah ile toplumu aldatıp hazinelerini çoğaltanlara şarabımızı
vermek için üzüm gibi ezilmemiz son bulmayacak!
‘Soma 301’ eğlencelik,
boş vaktinizi gene bir boşlukla ‘değer’lendirmek için avelleşeceğiniz bir film
değil. Başından sonuna kadar gerilimle karşı karşıya kalacağınız, öfkeyle
büyüyeceğiniz bir film. Yoksulluğun da, iş kazalarının da kader olmadığını,
patronların daha fazla kâr etmesi için çalışanların ölüme gönderilmesinin bir ‘dünya
sistemi’ olduğunu anlayacak, ‘kral’ı bütün çıplaklığı ile göreceksiniz.
Kültürel yoksulluğumuzun
ortasında, dirençle, inatla halka ait olanın halka geri verilmesi için, teslim
olmamak için ve hep daha iyi bir dünya için atan yüreği ile sinemaya gönül
vermiş bu yönetmeni sahiplenelim. Çünkü, Ahmet Faik Akıncı gibi yönetmenlerimiz
çoğalırsa, işte o zaman kültürel faşizmin cenderesini kıracağız.
Soma 301
Yönetmen ve Senarist: Ahmet
Faik Akıncı
Müzik: Mustafa
Yazıcıoğlu
Görüntü Yönetmeni: Onur
Özcan
Oyuncular: Turan
Ustabaş, Metin Yüksel, Burcu Küçük, Nezih Akyüz
Türkiye, 2015, 91
dakika.