Bu fotoğrafa bakıp bakıp kederleniyorum. Neredeyse ağlayacağım. Bir insan hayatıyla bu denli dalga geçme "hak"kına sahip midir?
Evet, Nejat İşler'den söz ediyorum.
Yıllar önce, Nejat İşler bugünkü gibi ünlü olmadığı zamanlarda, Cihangir de bugünkü Cihangir değildi ve "idolü" Fikret Kuşkan'ın peşinden sürüklenirken içim hep cız ederdi. Yazık olacak, bu çocuğa, diye hayıflanırdım.
Fikret'in hayatla kavgasını o da benimsemişti.
Halbuki, hayatla kavga etmeye ne gerek var?
Hayatı cehenneme çevirenlerle kavga et!
Sonrasında, bence sadece gençlik farkı ile değil, aktörlükte de Fikret Kuşkan'dan ilerde performans gösterdi.
Ama, hayatla kavgaya devam etti.
En son, Kaybedenler Kulübü filminde izledim.
90'ların "bohemian" tarzını yansıtmaya çalışan altıkırkbeş yayınlarının sahibi Kaan Çaydamlı'nın hikayesinde dizilerde gösterdiği performansın da gerisine düştü.
Halbuki, "bohemian" kavram itibariyle zaten bir yanılsama, hatta daha ileri gidelim, bolca yalana yaslanır.
Nejat İşler bu gerçeği de ıskaladı, gibi duruyor. Belki de, en iyi o biliyordur da, ondandır bu "boşvermiş"liği.
Çaresizliğin yansıması olarak boşvermişlik.
+++
Fotoğrafa iyi bakınız.
Bu resimde Mustafa Kemal'in elinde rakı bardağı yoktur. Yani, resim "mise en scene" olarak "masaüstü yayıncılık" tarafından tasarlanmıştır.
Önce, Mustafa Kemal'in eline rakı bardağı tutuşturulmuş ve sonra da Nejat İşler'in "şerefine" tokuşturması resmedilmiştir.
Birinci yanlış, Mustafa Kemal'in resimdeki bir bardağı tutma ihtimalidir ki, bu nihayetinde "sıfır"dır. Çünkü, bu uzun-ince bardaklar çok sonraları moda olmuştur. Eski bardaklar ince belli ama kalın ve şişman altı olan bardaklardı.
Hadi bunu "tasarımcılar"ın tarih bilgisi eksikliğine verelim.
Daha vahimi, "şerefe" yapılan tokuşturma ile verilmek istenen mesajdır.
Benim tanıdığım Nejat İşler, zaten "mesaj kaygısı" ile yaşamayan birisidir. Ki, böyle yaşamayı "hayat tarzı"na dönüştürmüştür.
O halde, bizim çArŞı'nın "şerefine tayyip" türünden müstehzi bir kışkırma ile mi karşı karşıyayız? Hayır, sanmıyorum. Çünkü, aynı Nejat İşler kendi hayatı ile ne kadar "pervasız" ise de, başkalarına karşı o kadar da saygılıdır.
Peki, nedir o halde?
İçmek ile özgürlük arasında ideolojik bağıntı kurup, bunu kendi savunma alanı olarak korumak isteyen, ama bu arada, bütün toplumu da Cumhuriyet Devrimi'ni savunmanın içki içme özgürlüğünü savunmaktan geçtiğine ikna etmek isteyen bir "meczup" beyin fırtınası eseri midir, bu fotoğraf?
Her ne olursa olsun, bu fotoğraftan zarar görecek tek kişi Nejat İşler'dir.
Hayır, AKP'ye av köpekliği yapmayı gazetecilik sanan zevatın vereceği zarardan söz etmiyorum. Nejat İşler o cenaha iki dudağını büzerek yeterli cevabı kendisi verecektir.
Sözünü ettiğim, Nejat İşler'in kendi kendisi ile giriştiği düellodur!
Biyolojik sınırlar ile beynin çatışmasıdır. Ki, bu kavgadan hiçbir zaman beyin galip ayrılamamıştır.
Lütfen, sinemaya, aktörlüğe, Nejat İşler'e kişisel olarak saygı ve sevgi duyan herkese çağrımdır. Elbette, öncelikle Nejat İşler'in kendisine:
Nejat İşler lütfen, kendini yok etme! Sinemanın sana ihtiyacı var!
Sen asıl, hâlâ yapmadığın filmlerle unutulmaz bir isim bırakacaksın. Daha yüzlerce genç aktör adayı seni örnek alacak. Senin gibi oynamak isteyecek. Senin oyunculuğundan yola çıkarak seni aşacak!
İnsanın varlık nedeni, sadece doğmuş olması değildir. Hatta, hiç değildir.
Doğum rastlantısaldır. Evet. Ama, dünyadaki işlevimiz bizimle biçimlenir. Varlığımıza yaptıklarımızla anlam katarız.
Ve, Nejat İşler'in önünde anlamlandıracağı koca bir hayat olduğuna inanıyorum.
Hayır, sadece bir aktör olarak değil. İnsan olarak. İnsan olduğumuz için aktörüz, terziyiz, itfaiyeciyiz vs.
İnsan olarak ve sadece kendimizin duyumsadığı, tecrübe ettiği, haz duyduğu, hüzünlendiği yaşamak...
Ve, senin de kardeşim, Nazım Hikmet'in 'Taranta Babu'ya Beşinci Mektup' şiirindeki gibi, "yaşamaya evet" demeni bekliyorum:
Görmek
işitmek
duymak
düşünmek
ve konuşmak
koşmak alabildiğine
başı dolu
başı boş
koş-
-mak...
Hehehey TARANTA-BABU
hehehey,
yaşamak ne güzel şey
anasını sattığımın
yaşamak ne güzel şey...
Düşün beni
kollarım, senin üç çocuk doğurmuş
geniş kalçalarındayken…
Düşün sıcak…
Düşün kara bir taşa damlayan
çırılçıplak
bir su sesini...
İstediğin yemişin
rengini, etini, adını düşün...
Gözdeki tadını düşün
kıpkırmızı güneşin
yemyeşil otun
ve koskocaman
masmavi bir çiçek gibi açan
ay ışığının…
Düşün TARANTA-BABU!
İnsanoğlunun yüreği
kafası
kolu
yedi kat yerin altından
çekip çıkarıp
öyle ateş gözlü çelik allahlar yaratmış ki
kara toprağı bir yumrukta serebilir,
yılda bir veren nar
bin verebilir.
Ve dünya öyle büyük,
öyle güzel
öyle sonsuz ki deniz kıyıları
her gece hepimiz
yan yana uzanıp yaldızlı kumlara
yıldızlı suların
türküsünü dinleyebiliriz...
Yaşamak ne güzel şey
TARANTA-BABU
yaşamak ne güzel şey…
Anlayarak bir usta kitap gibi
bir sevda şarkısı gibi duyup
bir çocuk gibi şaşarak
YAŞAMAK...
Yaşamak:
birer birer
ve hep beraber
ipekli bir kumaş dokur gibi...
Hep bir ağızdan
sevinçli bir destan
okur gibi
YAŞAMAK...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder