'Güneş Yanığı' filmi 1994 yılında
gösterildiğinde, tüm dünyada dikkatleri üzerine çekmişti. Bunu nedeni, sadece
filmin Stalin dönemini eleştiriyor oluşu değildi. Filmin muhteşem görselliği ve
itiraza meydan vermeyen dramaturjisi büyük bir sanat eseri ile karşı karşıya
olduğumuzu haber veriyordu.
Sovyetler Birliği'nin en sancılı dönemi olarak
bilinen Stalin dönemi, hem 2. Dünya Savaşı'nda Alman istilacılara karşı yurt
savunmasının örgütlenmesi açısından ve hem de sosyalist bir ekonominin tek
başına dünya üzerinde yaşayıp yaşayamayacağı sorusunun yanıtlanması açısından
ülkenin kaderini belirleyen bir dönemdir. Sonuçta, hem faşizme karşı zafer
kazanıldı ve hem de tek ülkede sosyalizmin yaşaması sorusu cevaplanmış oldu.
Daha da fazlası gerçekleşti ve 2. Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği
dünya siyasetinde etkin roller üstlenen bir konumu ele geçirdi.
Tüm bunların Nikita Mikhalkov'un 'Güneş Yanığı'
filmi ile ne ilgisi var, derseniz, anlatayım: Nikita Mikhalkov Rus aydınları
içerisinde Sovyet düşmanı ve milliyetçi/ortodoks dindar bir çizginin önemli
savunucuları arasında gösteriliyor. Bu filmiyle de, tarihe kendi görüşleri
doğrultusunda yorum getiriyor. Mikhalkov'un milliyetçi/ortodoks çizgisi Sovyet
düşmanlığını esas aldığı için, örneğin Alman istilacılarla Kremlin'de ülkeyi
yönetenler arasında fark görmüyor. O kadar ki,
Sovyetler Birliği'nin savaş başlarken askeri açıdan çok zayıf olmasını
ve işgalcilerin büyük teknolojik üstünlüğünü dahi Kremlin'in bir suçu gibi göstermekten
çekinmiyor.
İlk filmin senaryo yazarı Rustem İbrahimbekov'un
ikinci bölümde çalışmadan kopmasının senaryo ve kurguya büyük olumsuz etkileri
olduğu hemen hissedilen 'Güneş Yanığı 2', yönetmenin neredeyse resmi geçit
törenine dönüşen muhteşem görsel tasarımlarıyla yüksek sinematografik
kalitesini koruyor. Filmin finalinde, benim John Steinbeck'in Gazap Üzümleri
romanındaki ön finalden hatırladığım göğüslerini ölmek üzere olan bir erkeğe
açan kız sahnesi ise (ki, Mikhalkov'un bu resmi tasarlarken ölmek üzere olan
İsa'yı acılar içinde izleyen melek figüründen yola çıktığına eminim), sinema
sanatının yaratıcılığının sınırlarına daha ulaşılmadığını görsellliği tamamen
bilgisayara teslim eden Hollywood sinemasına ve tüm sinemaseverlere ispatlaması
nedeniyle büyük bir övgüyü hak ediyor.
Filmin başından sonuna kadar hristiyanlık
propagandası yapan Mikhalkov, en temel ahlaki hesaplaşmalarda ise, hayatın
kendisine dayattığı gerçekleri kabul etmekten kaçınıyor. Bolşevik General
Kotov'un kızını vaftiz ederek, dine selam yollayan Mikhalkov, savaşın ortasında
karakterlerine tanrıyı aratıp, buldururken büyük savaşın nedenleriyle kilise ve
tanrı arasındaki bağlantıyı kurmaktan özenle kaçıyor.
Din propagandası yapmak uğruna senaryosunu
batırmaktan çekinmeyen Mikhalkov'un kendisine dünya çapında saygınlık
kazandıran 'Güneş Yanığı' filminin ikincisinde beklediği ilginin kıyısına dahi
neden yanaşamadığını sorgulamış mıdır, bilmiyorum. Ama, bildiğim büyük
filmlerin kurgu ile gerçek arasında kurabildikleri bağın kuvveti oranında
inandırıcı olabildikleri ve estetikle bütünleşen bu yapıtların büyük sanat
yapıtları olabildiğidir. Nikita Mikhalkov ise, aklını esir alan fikirleri
yaymak ısrarı ile en önce kendi büyük sanatına zarar vermiş.
Güneş Yanığı (Burnt by Sun 2)
Yönetmen ve Senarist: Nikita Mikhalkov
Müzik: Eduard Artemiev
Görüntü Yönetmeni: Vladislav Opelyants
Oyuncular: Nikita Mikhalkov, Oleg Menshikov, Nadezhda
Mikhalkova, Mikail Efremov, Dmitri Dyuzhev, Vladimir İlyin, Yevgeny Mironov
Rusya,
2010, 157 dakika
3 YILDIZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder