13 Ekim 2012 Cumartesi

Güneş Yanığı 2: Stalin'in güneşi hala yakıyor



'Güneş Yanığı' filmi 1994 yılında gösterildiğinde, tüm dünyada dikkatleri üzerine çekmişti. Bunu nedeni, sadece filmin Stalin dönemini eleştiriyor oluşu değildi. Filmin muhteşem görselliği ve itiraza meydan vermeyen dramaturjisi büyük bir sanat eseri ile karşı karşıya olduğumuzu haber veriyordu.

Sovyetler Birliği'nin en sancılı dönemi olarak bilinen Stalin dönemi, hem 2. Dünya Savaşı'nda Alman istilacılara karşı yurt savunmasının örgütlenmesi açısından ve hem de sosyalist bir ekonominin tek başına dünya üzerinde yaşayıp yaşayamayacağı sorusunun yanıtlanması açısından ülkenin kaderini belirleyen bir dönemdir. Sonuçta, hem faşizme karşı zafer kazanıldı ve hem de tek ülkede sosyalizmin yaşaması sorusu cevaplanmış oldu. Daha da fazlası gerçekleşti ve 2. Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği dünya siyasetinde etkin roller üstlenen bir konumu ele geçirdi.

Tüm bunların Nikita Mikhalkov'un 'Güneş Yanığı' filmi ile ne ilgisi var, derseniz, anlatayım: Nikita Mikhalkov Rus aydınları içerisinde Sovyet düşmanı ve milliyetçi/ortodoks dindar bir çizginin önemli savunucuları arasında gösteriliyor. Bu filmiyle de, tarihe kendi görüşleri doğrultusunda yorum getiriyor. Mikhalkov'un milliyetçi/ortodoks çizgisi Sovyet düşmanlığını esas aldığı için, örneğin Alman istilacılarla Kremlin'de ülkeyi yönetenler arasında fark görmüyor. O kadar ki,  Sovyetler Birliği'nin savaş başlarken askeri açıdan çok zayıf olmasını ve işgalcilerin büyük teknolojik üstünlüğünü dahi Kremlin'in bir suçu gibi göstermekten çekinmiyor.

İlk filmin senaryo yazarı Rustem İbrahimbekov'un ikinci bölümde çalışmadan kopmasının senaryo ve kurguya büyük olumsuz etkileri olduğu hemen hissedilen 'Güneş Yanığı 2', yönetmenin neredeyse resmi geçit törenine dönüşen muhteşem görsel tasarımlarıyla yüksek sinematografik kalitesini koruyor. Filmin finalinde, benim John Steinbeck'in Gazap Üzümleri romanındaki ön finalden hatırladığım göğüslerini ölmek üzere olan bir erkeğe açan kız sahnesi ise (ki, Mikhalkov'un bu resmi tasarlarken ölmek üzere olan İsa'yı acılar içinde izleyen melek figüründen yola çıktığına eminim), sinema sanatının yaratıcılığının sınırlarına daha ulaşılmadığını görsellliği tamamen bilgisayara teslim eden Hollywood sinemasına ve tüm sinemaseverlere ispatlaması nedeniyle büyük bir övgüyü hak ediyor.

Filmin başından sonuna kadar hristiyanlık propagandası yapan Mikhalkov, en temel ahlaki hesaplaşmalarda ise, hayatın kendisine dayattığı gerçekleri kabul etmekten kaçınıyor. Bolşevik General Kotov'un kızını vaftiz ederek, dine selam yollayan Mikhalkov, savaşın ortasında karakterlerine tanrıyı aratıp, buldururken büyük savaşın nedenleriyle kilise ve tanrı arasındaki bağlantıyı kurmaktan özenle kaçıyor.

Din propagandası yapmak uğruna senaryosunu batırmaktan çekinmeyen Mikhalkov'un kendisine dünya çapında saygınlık kazandıran 'Güneş Yanığı' filminin ikincisinde beklediği ilginin kıyısına dahi neden yanaşamadığını sorgulamış mıdır, bilmiyorum. Ama, bildiğim büyük filmlerin kurgu ile gerçek arasında kurabildikleri bağın kuvveti oranında inandırıcı olabildikleri ve estetikle bütünleşen bu yapıtların büyük sanat yapıtları olabildiğidir. Nikita Mikhalkov ise, aklını esir alan fikirleri yaymak ısrarı ile en önce kendi büyük sanatına zarar vermiş.

Güneş Yanığı (Burnt by Sun 2)
Yönetmen ve Senarist: Nikita Mikhalkov
Müzik: Eduard Artemiev
Görüntü Yönetmeni: Vladislav Opelyants
Oyuncular: Nikita Mikhalkov, Oleg Menshikov, Nadezhda Mikhalkova, Mikail Efremov, Dmitri Dyuzhev, Vladimir İlyin, Yevgeny Mironov
Rusya, 2010, 157 dakika
3 YILDIZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder