Sinan Çetin yeni bir
film yaptı. Ancak, bu kez yıllardır eleştirdiği ne varsa hepsini unuttu ve
gişe, halkın beklentisi, eğlence gibi yücelttiği kavramlara sırtını dönerek bir
“ideoloji filmi” yaptı. Yönetmen,
Çanakkale Savaşı somutundan, savaşın anlamsızlığını anlatmak iddiasında. Ancak,
filmi izleyince, asıl meselenin emperyalizme karşı direniş ruhuyla biçimlenen
uluslaşmada en önemli dönüm noktalarından olan Çanakkale Savaşını hiçleştirmek
olduğunu anlıyoruz.
Filmin konusu kısaca şu:
Aynı annenin ve babanın iki evladı, iki düşman cephede birbirlerine kurşun
sıkıyorlar. Ancak, anne bu duruma tahammül edemeyerek araya giriyor ve
kardeşlerin birbirlerini öldürmelerini önlüyor: “Durun, siz kardeşsiniz!”
İlk duyduğunuzda kulağa
hoş geliyor, diyebilirsiniz. Öyle ya, kim ister kardeşin kardeşi öldürmesini?
Hele ki, bitmeyen bir kardeş kavgasının içerisinde onlarca yıldır çırpınan bir
ülkede yaşayan bizler söz konusu isek! Sinan Çetin’in filmin iptal edilen özel bir
gösterimine giden muhabire “PKK’nın
satın alınarak terörün durdurulabileceği” önerisini niçin yaptığını da
filmi gördükten sonra daha iyi anlamış oluyoruz.
Her şeyi satılmak ve
satın almak üzerine kurgulayan yönetmene sormak gerek: Çanakkale Savaşı’nda
savaş olmasın diye kim kimi satın alacaktı? Herhalde beş parasız Osmanlı İtilaf
Devletleri’ni satın alacak değildi. Osmanlı’nın fiili iktidarı İttihatçılar da
kendilerini satacak değillerdi. O zaman savaş kaçınılmaz oluyor. Kuşkusuz satın
alınmışlar da ziyadesiyle çoktu. Ama bugün kendini satışa çıkaranlarla
yarışamazlardı elbette.
Son yılların en başarısız yönetmeni
Çanakkale gişe de
hüsrana uğrayacak gibi! İki yıl önce çektiği ‘Kağıt’ın yirmi bin gibi son derece marjinal bir seyirci sayısında
kalmış olması, sinemamızın “polemik
yapmayı şehvetle seven” yönetmeni üzerinde yeterince uyandırıcı olmamış
anlaşılan.
Halbuki, geçmişte hararetle
savunduğu “iyi film seyircisi olan
filmdir” düsturuna göre, öncelikle kendisinin “ben nerde yanlış yaptım?” demesi gerekirdi. Ancak, reklamların
vazgeçilmez yönetmeninin ölçüsüz dili böylelikle dönüp kendisini vuruyor. Elbette
ki, Sinan Çetin’in “film öncelikle
sanattır” diyenleri küçümsediği, “gişe
her şeydir” diyerek seyirciyi kutsadığı dönemleri geride bırakması önemli. Önemli
ama, bu kadar aldatıcı bir tema için değil!
Yeteri kadar alay konusu
olan askerlik ve terör konusundaki ‘parlak’
fikirlerini bir yana bırakırsak, Sinan Çetin bu filmiyle de, kendi ülkesine ve
halkının değerlerine yabancılaşma sürecinde epeyi yol kat ettiğini gösteriyor.
Zalimlerden yana bir estetik
Bir yanda, neredeyse
sürreal diyeceğimiz, aşırı sitilize fotoğraflar kan ve şiddete karşı duygusal
tepkimizi yükseltmeye gayret ederken, diğer yandan İngiliz anne Kathy ve
İttihatçı baba Kasım alay ve hiddetle karşılayacağımız repliklerini savurup
duruyorlar.
Ne İngiliz annenin
rüyalarını ve ne de altın madeni işleten babanın asıl 20. Yüzyılın ikinci
yarısından itibaren genel geçer hale gelmiş önyargılarını Çanakkale Savaşı ile
bağlantılı olarak yanlış bir zaman/mekanda üstümüze boca etmesine itiraz
hakkımız var! Çünkü, “ulu yönetmen”
Sinan Çetin böyle buyurmuş! Sinan Çetin’in burada aradığı gerçek, dayatılan ve
Anadolu’nun direndiği gerçek değil. Yönetmen kafasındaki sonuca ulaşmak için
her türlü gerçeği tersyüz etme hakkını kendisinde görebiliyor!
Sinan Çetin, filminde “katliam”, “ölmek kahramanlık değildir”, “sizin
savaşınız”, gibi pek çok kavramla barış çağrısı yapmıyor, tersine;
işgalcilere karşı ulusal direniş ruhuna saldırıyor. Bu anlamda Türkiye’nin
teslim alınması projesine “sanatsal
katkı” yapıyor.
Ezen ve ezilen, sömüren
ve sömürülen, haklı ve haksız, işgal eden ve vatan savunan ayrımı yapmayan
hiçbir barış önermesi içtenlikli değildir. Böyle bir tez sadece mazlumların ve
haksızlığa uğrayanların elini kolunu bağlamaya yarar. Peki, hal böyleyken,
Çanakkale Savaşı’nı bir kardeş kavgası olarak resmetmek hangi vicdana sığar?
Hangi sanat estetiği mazlumların direnişini zalimlerin zulmü ile karıştırmaya
cevaz verir?
İşgal edilmiş yurdunu
emperyalizme karşı savaşarak karış karış kazanıp yeniden kuran Türkiye halkına
yaşadığı acıların nedenlerini sözüm ona “barış”
önermesi ile unutturmaya çalışan Sinan Çetin milletin varoluş damarlarından en
önemlisine “bağımsızlık için savaş”
ruhuna saldırıyor.
Film gerçeklik duygusu yaratamıyor
Sanat, olmayanı veya
olması gerekeni de hayal etmektir, aynı zamanda. Sanatta gerçeklik,
yaratıcısının ikna yeteneği ile sınırlıdır. Tam da bu nedenle, Sinan Çetin
yaptığının kendi ülkesinin gerçeğine ne kadar zıt, hatta toplumun önemli bir
kesiminin tek tek kişisel aile tarihine de ne denli hakaret olduğunu anlamak
zorundadır. Galada pek çok izleyicinin “yok
artık!” diyerek ve alaycı tepkilerde izlediği ‘Çanakkale Çocukları’, kostümüyle, dekoruyla, oyunculuğu ile, ama
her şeyden önce, senaryosu ile bizi ana teması “barış” konusunda ikna edemiyor. Etmesi de imkansız, çünkü Sinan
Çetin ortaya attığı ve ülke gerçeklerine taban tabana zıt kocaman yalana ikna
olmamız için çırpınıyor.
Dünyanın efendiliği uğruna
ve o güne dek kurulmuş en büyük donanmayla Çanakkale’ye yüklenen İngilizler
önderliğindeki İtilaf donanmasının, deniz ve sonra da kara savaşlarındaki
saldırılarında ölenler belki de dünyanın en masum, en günahsız şehitleridir. Ülkelerini
yağmaya gelen işgalcilere geçit vermemek dışında hiçbir düşmanlık eylemleri
olmamıştır. O kadar ki, İngilizlerin Çanakkale’yi aşamayacağı belli olduğunda
dahi, aylarca mevzilerinden çıkmadan, İngiliz işgalcilerin çekip gitmesini
beklemişlerdir.
Sinan Çetin kendi
sanatını ortaya çıkarırken, bu kez de gerçek hayatla bağlantılı olaylarda
göstermesi zorunlu özeni bir kenara bırakıyor. Çanakkale savaşı gibi, bu milletin
namusu sayılacak bir direniş destanına hoyratça yaklaşımı kendi ekibinde bile
haklı olarak tepkilere neden oluyor.
Oktay Kaynarca: “Çanakkale savaşı ulusumuzun özgürlük
savaşıdır”
Nitekim, filmin
oyuncularından Oktay Kaynarca da, galada film ile kendi dünyası arasına net bir
çizgi çekti: “Filmin katılmadığım yanları
var, ama öncelikle film Sinan Çetin’in bir masalı.” Kaynarca için bu
açıklama yeterli olmamış ki, daha sonra tekrar mikrofonu alarak katılmadığı
noktayı açıkladı: “Çanakkale savaşı
ulusumuzun özgürlük savaşıdır. Bu savaş hakkında çok dikkatli konuşmalıyız.
Filmin bu noktada büyük tepki/eleştiri alacağını düşünüyorum.”
Sinan Çetin de bu
filmiyle, zalimlerin ateşine odun taşıma görevini üstlenmiş durumda. Bu
mantıkla dünyaya kan ağlatmış Hitler’in ordularına, Kore’den Irak’a mazlum kanı
akıtmaya doyamayan ABD askerlerine de “kardeşlik”
vasfı yükleyebilirsiniz.
Bu bir sanat olayı
değil, ideolojik saldırı filmidir. ‘Çanakkale
Çocukları’ barışın filmi değil, tersine saldırgan bir filmdir. Ulusumuzun
direniş kültürüne, işgalcilere karşı yurt savunması tarihimize ve ayakta kalma
ruhumuza saldırı filmidir, ‘Çanakkale
Çocukları’.
Çanakkale Çocukları
Yönetmen ve Senarist: Sinan Çetin
Görüntü Yönetmeni: Sercan Sert
Müzik: Fırat Yükselir
Oyuncular: Haluk Bilginer, Oktay Kaynarca, Yavuz Bingöl, Wilma Elles,
Demir Demirkan, Rebekka Haas
Türkiye, 2012, 103 dakika
YILDIZ MI? NE YILDIZ’I!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder