Ondan önce de denemeler olmuştu, ama 12
Eylül’ün “sivil” devamı Özal iktidarında biçimlenen “yeni insan”ın kodlarını
sinema diline başarıyla uyarlayan ilk insan Osman Sınav olmuştur. “Gerilla” her
ne kadar benimsenmese de, Sınav’ın “Deliyürek” ile başlayacağı ve tüm
Türkiye’yi TV kutusunun önünde tutsak alacağı bir dönemin başlangıcını haber
verir.
Bu dönem, hızlı kentleşmenin getirdiği
toplumsal travmaların sadece yurttaşların değil, aynı zamanda siyaset sınıfının
tepkilerini ne yönlendirdiği bir dönemdir. Neredeyse bir iç savaşa dönüşen
terör ve sürekli çalkalanan bir ekonomiye bağlı olarak büyüyen gelecek korkusu
ülkenin azımsanmayacak bir kısmını Kafka’cıl bir girdabın içerisine sürükler.
Osman Sınav, “küçük adam”ın kodlarını çözmüştür.
Her resmin ardında aslında
bilemeyeceğimiz daha büyük bir resim, toplumu görünenlerin de ötesinde
yönlendiren “kudret sahibi” bireyler, kimin dost, kimin düşman olduğunun
anlaşılamadığı bir karmaşa, dinsel sapkınlıkların belirlediği insan ve gizemli
ritüellerin belirlediği film ve TV dizileri Özal’ın “travma manyağı” yaptığı
insanları “kilitler”. Aynen gece karanlığında araba ışıklarına kilitlenen
tavşanlar gibi…
Polis şiddetinin meşrulaştırılması:
Behzat Ç
Bir süredir “alternatif” TV
izleyicisinin büyük rağbet gösterdiği “Behzat Ç” de, hikayenin yazarı Emrah
Serbes’in gözetiminde ve Kurtlar Vadisi’nden deneyimli ve ideallerin
belirlediği kendi sinema geçmişine sünger çekmeye kararlı Serdar Akar’ın
yönetmenliğinde toplumu Osman Sınav’ın bulduğu kodlarla “kilitliyordu”. Bir
farkla ki, Osman Sınav kahramanları için asker kökenli seçimler yaparken, aynı
zamanda dizinin yapımcısı da olan Serdar Akar’ın seçimi polisten yana oluyordu.
“Müesses nizam”ın koruyucusu olarak kahramanların giriştiği her türlü hukuk
dışılığı normal karşılamamızın beklendiği “Behzat Ç”, pratikte ortalama
vatandaşa, “güce boyun eğ” dışında bir mesaj sunamıyor.
“Vali”, “Köprü”, “Es-Es” gibi film ve dizilerde
yarattığı karakteri buraya da aynen taşıyan Erdal Beşikçioğlu’nun ekrandan
odalara taşan enerjisinin de önemli işlevi olduğunu düşündüğüm bu “kilitleme”
işini yapımcılar şimdi sinemaya da aktarmaya karar vermiş.
“Behzat Ç: Seni Kalbime Gömdüm”, canlı
olarak tabuta konulup öldürülen bir polis annesinin katilini arayan Behzat
Ç’nin Ankara sokaklarında kovalamaca/kaybolmacalarının hikayesi. Behzat Ç her “cinayeti
çözdüm” dediği anda, bir kapalı kapıyla karşılaşır ve işler büyüdükçe “daha
yukarılara” doğru yol alır. Sonunda kimin dost, kimin düşman olduğunu
bilemediğimiz, gizemli ve sapkın ritüelleriyle ruhumuzu teslim alan, görünenin
asıl olmadığına inandırılacağımız “Nirvana noktası”nda Behzat Ç “bir kahraman
olarak” bizim için, bizim adımıza kötüyle baş eder. Halkın diline pelesenk
olmuş “Türk polisi yakalar” parolasının yürürlükte olduğu bir kez daha ihtar
edilir.
Dizideki başarı sinemada yakalanacak
mı?
Çizgi romanda olumlu bir karakter olan
Red Kit’i sapığa dönüştürmek, buna karşılık annesi öldürülen mağdur polisi
“Avarel”, katilin ekibini de “Gorbaçov” yapmak gibi “espriler”in iyi düşünülmemiş
olduğu izlenimi ediniyorum. Öte yandan, dizide Nejat İşler’in üstlendiği rolün
Tardu Flordun’a verilmesi de seyirci tarafından benimseneceği konusunda
kuşkuluyum.
Hikaye en baştan kızını kaybettiği için
kendisini suçlayan bir cinayet masası şefinin yaşadığı travmalar üzerine
kurulduğu için yapımcılara, yönetmene ve Emrah Serbes’e normal geliyor
olabilir, ama bu Behzat Ç’nin kızı ile ilgili meselenin artık alarm derecesinde
öyküyü rahatsız ettiğini uyarmak gerekiyor.
TV dizisindeki enerjiden çok uzak,
oyunculuklarda kararsız, temposuz ve çoklukla inandırıcı olma sorunu yaşayan
bir film, “Behzat Ç: Seni Kalbime Gömdüm”. Bu yılın gözde ve en aranılan
oyuncusu olan Hazal Kaya ve “Ezel” ile kariyerini farklı bir noktaya taşıyan
Cansu Dere de TV dizisinin başarısını sinema gişelerinde yaşamak isteyen
yapımcıların amaçlarına yardımcı olamayacak gibi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder