Sinemada ilk oyunculuk yapmasının (Bu Vatanın
Çocukları, 1959) üzerinden 52 yıl, ölümünün üzerinden 27 yıl geçmiş olsa da,
Yılmaz Güney en canlı haliyle sinemamızın gündemindeki yerini koruyor. Çünkü,
Yılmaz Güney sinemamızın en orijinal figürlerinden birisidir.
Yılmaz Güney’in, 1959 yılından itibaren
senaryosunu yazdığı, yönettiği ve oynadığı filmlerde olayın kahramanları gerçek
hayattan alınmadır. Kahramanların ortaya koydukları duygular, verdikleri
tepkiler gerçektir. Ekmeği yerken de, yürürken de, konuşurken de, dövüşürken de
gerçek hayattan kopmayan karakterler Anadolu insanına beyaz perdede kendisini
ve kendi kaderini izleme şansı yaratmıştır.
Öte yandan, Yılmaz Güney’in elde ettiği
başarı, sinemamızın geleceğini tayin edici seviyede belirlemiştir.
Melodramların sunduğu sahte dünyaların sahte hayallerinden büyük kopuş Yılmaz
Güney’le gerçekleşmiştir. Bugün senaristler ve yönetmenler, sinemada şansı kesinlikle
kalmayan sahte melodramların uyarlandığı televizyon dizilerinde dahi, gerçek
hayata en yakın kahramanları ve olayları yansıtmaya çabalıyorlarsa, bunda
Yılmaz Güney’in etkisi yadsınamaz.
Sinemamıza yön verenler, kapitalist dünya
sinemalarıyla aynı kaygılarla hareket ederek, konularını ve baş rol
oyuncularını toplumun hayal dünyasından devşirirken, Yılmaz Güney sinemamıza
kendi kimliğini kazandıran en önemli sinema emekçilerinden birisi olmuştur.
Yılmaz Güney, yarattığı gerçek hayattan karakterlerle
James Dean, John Wayne özentili erkek kahramanlar egemenliğine son vermiştir.
Yılmaz Güney ve 70’li yıllarda sinemamızda söz sahibi olan asistanları ile
birlikte artık bir daha geriye dönülemeyecek bir şekilde, sahte hayatların
sunulduğu melodramların egemenliğine son verilmiştir.
Sinemamızın kendi ayakları üstünde durmasına
bu kadar büyük katkısı olan bir kişiliği toplumun unutmaması ve gönlünde
yaşatması da oldukça olağan bir durumdur.
YILMAZ GÜNEY’İN MİRASÇISI OLMAK?
Magazin servisleri için “köpürtülen”
konulardan birisi de “Yılmaz Güney’in mirasçısı kim?” sorusudur. Ancak daha önce sorulması gereken, Yılmaz
Güney’in mirasçısı olmak ne demektir? Biz sıralayalım:
1-
Yılmaz Güney, 60’lı yılların
başından itibaren, “küçük insanların kahramanı”dır. Küçük insanların kahramanı
olmak, olağanüstü güçlerle zaferler kazanmak değil, yenilgiyi de yaşayabilen
bir sinema figürü olmayı peşinen kabul etmek demektir.
2-
Yılmaz Güney, hayatı sosyalist bir
yorumla kavramaktadır. Hem de, sosyalist geleneğin özgürlükçü bir yorumuyla!
Çünkü, Yılmaz Güney, o dönemde Doğu Bloku ülkelerindeki totaliter yapıyı da
yoğun olarak eleştirmiştir.
3-
Yılmaz Güney sadece filmlerindeki
kahramanları üzerinden değil, kendi hayatı ile de başeğmez bir muhalif olduğunu
göstermiştir. Hiçbir zaman, statükoyu gözetmek gibi bir kaygısı olmamış,
sanatının ve düşüncelerinin bürokrasi/burjuvazinin kaygıları üzerinden baskı
altına alınmasına da izin vermemiştir.
İşte, Yılmaz Güney’i Yılmaz Güney yapan
özellikler bunlardır: gerçekçilik, sosyalizm ve devrimcilik. Ölümünün üzerinden
27 yıl geçmiş olsa da sanat hayatımızın içerisinde son derece belirleyici bir
yeri olmasının nedeni sanatçının bu özellikleri ve bu özelliklerinden taviz
vermeden seçtiği yaşam biçimidir. Yılmaz Güney’i büyük yapan budur.
Siz olsanız, “Yılmaz Güney’in mirasçısı olmak”
tartışmasından söz edildiğinde ilk olarak, adayın bu özelliklere haiz olup
olmadığına bakmaz mısınız?
Medyanın Yılmaz Güney’in özellikleri üzerinden
bir kimlik tartışması sürdürmek yerine, yaratılmak istenen fotoğrafa
yoğunlaşmış olması acıdır. Çünkü böylece, aynen Che Guevara’ya yapıldığı gibi,
Yılmaz Güney’in de, kapitalist sistem içerisinde bir fotoğraf metasına
dönüştürülmek istendiğini üzülerek görüyoruz.
Ancak, Yılmaz Güney’in mirasçısı sıfatı
üzerinden kendine toplumda yer kapmaya çalışanların hiçbiri şimdi
hatırlanmazken, Yılmaz Güney en canlı haliyle sinemamızın ve kültürümüzün baş
köşesindeki yerini koruyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder