16 Nisan 2012 Pazartesi

Yılmaz Güney: gerçekçilik, sosyalizm, devrimcilik


Sinemada ilk oyunculuk yapmasının (Bu Vatanın Çocukları, 1959) üzerinden 52 yıl, ölümünün üzerinden 27 yıl geçmiş olsa da, Yılmaz Güney en canlı haliyle sinemamızın gündemindeki yerini koruyor. Çünkü, Yılmaz Güney sinemamızın en orijinal figürlerinden birisidir.

Yılmaz Güney’in, 1959 yılından itibaren senaryosunu yazdığı, yönettiği ve oynadığı filmlerde olayın kahramanları gerçek hayattan alınmadır. Kahramanların ortaya koydukları duygular, verdikleri tepkiler gerçektir. Ekmeği yerken de, yürürken de, konuşurken de, dövüşürken de gerçek hayattan kopmayan karakterler Anadolu insanına beyaz perdede kendisini ve kendi kaderini izleme şansı yaratmıştır.

Öte yandan, Yılmaz Güney’in elde ettiği başarı, sinemamızın geleceğini tayin edici seviyede belirlemiştir. Melodramların sunduğu sahte dünyaların sahte hayallerinden büyük kopuş Yılmaz Güney’le gerçekleşmiştir. Bugün senaristler ve yönetmenler, sinemada şansı kesinlikle kalmayan sahte melodramların uyarlandığı televizyon dizilerinde dahi, gerçek hayata en yakın kahramanları ve olayları yansıtmaya çabalıyorlarsa, bunda Yılmaz Güney’in etkisi yadsınamaz.

Sinemamıza yön verenler, kapitalist dünya sinemalarıyla aynı kaygılarla hareket ederek, konularını ve baş rol oyuncularını toplumun hayal dünyasından devşirirken, Yılmaz Güney sinemamıza kendi kimliğini kazandıran en önemli sinema emekçilerinden birisi olmuştur.

Yılmaz Güney, yarattığı gerçek hayattan karakterlerle James Dean, John Wayne özentili erkek kahramanlar egemenliğine son vermiştir. Yılmaz Güney ve 70’li yıllarda sinemamızda söz sahibi olan asistanları ile birlikte artık bir daha geriye dönülemeyecek bir şekilde, sahte hayatların sunulduğu melodramların egemenliğine son verilmiştir.

Sinemamızın kendi ayakları üstünde durmasına bu kadar büyük katkısı olan bir kişiliği toplumun unutmaması ve gönlünde yaşatması da oldukça olağan bir durumdur.

YILMAZ GÜNEY’İN MİRASÇISI OLMAK?

Magazin servisleri için “köpürtülen” konulardan birisi de “Yılmaz Güney’in mirasçısı kim?” sorusudur.  Ancak daha önce sorulması gereken, Yılmaz Güney’in mirasçısı olmak ne demektir? Biz sıralayalım:

1-     Yılmaz Güney, 60’lı yılların başından itibaren, “küçük insanların kahramanı”dır. Küçük insanların kahramanı olmak, olağanüstü güçlerle zaferler kazanmak değil, yenilgiyi de yaşayabilen bir sinema figürü olmayı peşinen kabul etmek demektir.
2-     Yılmaz Güney, hayatı sosyalist bir yorumla kavramaktadır. Hem de, sosyalist geleneğin özgürlükçü bir yorumuyla! Çünkü, Yılmaz Güney, o dönemde Doğu Bloku ülkelerindeki totaliter yapıyı da yoğun olarak eleştirmiştir.
3-     Yılmaz Güney sadece filmlerindeki kahramanları üzerinden değil, kendi hayatı ile de başeğmez bir muhalif olduğunu göstermiştir. Hiçbir zaman, statükoyu gözetmek gibi bir kaygısı olmamış, sanatının ve düşüncelerinin bürokrasi/burjuvazinin kaygıları üzerinden baskı altına alınmasına da izin vermemiştir.

İşte, Yılmaz Güney’i Yılmaz Güney yapan özellikler bunlardır: gerçekçilik, sosyalizm ve devrimcilik. Ölümünün üzerinden 27 yıl geçmiş olsa da sanat hayatımızın içerisinde son derece belirleyici bir yeri olmasının nedeni sanatçının bu özellikleri ve bu özelliklerinden taviz vermeden seçtiği yaşam biçimidir. Yılmaz Güney’i büyük yapan budur.

Siz olsanız, “Yılmaz Güney’in mirasçısı olmak” tartışmasından söz edildiğinde ilk olarak, adayın bu özelliklere haiz olup olmadığına bakmaz mısınız?

Medyanın Yılmaz Güney’in özellikleri üzerinden bir kimlik tartışması sürdürmek yerine, yaratılmak istenen fotoğrafa yoğunlaşmış olması acıdır. Çünkü böylece, aynen Che Guevara’ya yapıldığı gibi, Yılmaz Güney’in de, kapitalist sistem içerisinde bir fotoğraf metasına dönüştürülmek istendiğini üzülerek görüyoruz.

Ancak, Yılmaz Güney’in mirasçısı sıfatı üzerinden kendine toplumda yer kapmaya çalışanların hiçbiri şimdi hatırlanmazken, Yılmaz Güney en canlı haliyle sinemamızın ve kültürümüzün baş köşesindeki yerini koruyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder