Koca bozkırın
ortasında, öldürdüğü adamın cesedini nereye koyduğunu hatırlamayan bir katilin
(Fırat Tanış) peşinde, Savcı Nusret Bey (Taner Birsel), Komiser Naci (Yılmaz
Erdoğan ve Doktor Cemal (Muhammed Uzuner) “yanında top gibi bir ağaç olan çeşme”
arıyor. “Bir Zamanlar Anadolu’da” insana
kendi varlığını, hayatın içerisinde ifade ettiği anlamı böyle yalın, saf bir
hikaye üzerinden sorgulatıyor. Nuri Bilge Ceylan “küçük bir hikaye”den büyük
bir film çıkararak, sinema tarihimize bir başyapıt kazandırmış oldu.
İçlerinde çenesi en
düşük olanı Komiser Naci, epilepsi hastası oğlu üzerinden, belki biraz da
mesleği nedeniyle, “hayatı izleyen” bir konumdadır. Savcı Nusret Bey ise,
karısının intiharının nedenleri ile yüzleşmek zorunda kalacağından habersiz,
sabaha Ankara’da olması gerekirken gecenin bir yarısı bozkırın ortasında ne
aradığını bilmez durumdadır. Doktor Cemal ise bir “yabancı”dır. Komiser Naci,
“bir gün gideceksin, ama buraları hiç unutmayacaksın Anadolu’da bir zamanlar
bir kasaba vardı diyeceksin… masal gibi” derken bile Doktor kayıtsızdır
etrafında olanlara. “Ruhu” çoktan başka diyarlara göç etmiştir, çünkü.
Aydın ne için var?
“Bir Zamanlar
Anadolu’da” filmi sadece, bir katilin kaybettiği hafızasına teslim olan üç
devlet memurunun kişisel öykülerinin toplamı değildir. Filmi böyle
“okuduğumuzda”, Nuri Bilge Ceylan’ın, “soruların en zoru” olan, aydın kimliği
ve toplumdaki yerini tartıştığını kabul edebiliriz. Ceylan, Dostoyevski
üslubunu anımsatan karakter okumaları ve betimlemeler arasında izleyiciyi
büyük, felsefi bir tartışmanın ortasına çekiyor.
Anadolu, İstanbul
aydını için Osmanlı döneminde sürgünü, cezalandırılmayı ifade ediyordu.
Cumhuriyet Devrimi ise, Anadolu’yu aydın için uyanışın, dirilişin ve var oluşun
yatağı olarak tanımladı. 21. Yüzyıl aydını için ise, Anadolu taşınamayacak kadar
ağır bir yük, öyle ki, ancak kaçarak kurtulmak mümkün. Komiser Naci, “siz
bunları bilmezsiniz” diyerek Nusret Bey’e çıkışırken, ya da muhtar (Ercan
Kesal) konuklarına kuzu etinin “doğallığı” üzerine konferans verirken bozkırın
dokusuna yabancı, kente, bir manada “başka bir dünyaya ait” insanı görüyoruz.
“Bir Zamanlar
Anadolu’da” kesinlikle “minimalist” bir film değil. Nuri Bilge Ceylan’ın
özellikle ilk filmlerinde tanık olduğumuz, kısa anların analizi bu filmde yok.
Tersine, tam 157 dakika sürmesine karşılık, hikayesini ileriye doğru sürekli
geliştiren, böylece filmin yüksek temposunu koruyan bir film başarmış,
yönetmen. Öte yandan, görsel bir minimalizmden söz etmek de imkansız. Görüntü
yönetmeni Gökhan Tiryaki’nin de ustalığını kattığı, karanlığın ortasında
oluşturulan büyük resimler, neredeyse 19. Yüzyıl sonundaki ilk expressionist
ressamların tablolarıyla karşılaştırılacak değerde.
Yalnız ve güzel
ülkenin filmi
“Bir Zamanlar Anadolu’da”, tematik olarak Nuri
Bilge Ceylan’ın ifadesiyle söylersek, “yalnız ve güzel ülkeme adanmış”
filmlerin bir devamı olsa da, resimleri ve hikaye kurgusuyla önemli
farklılıklar gösteriyor. Özellikle Nuri Bilge Ceylan’ın ilk filmlerinden alışık
olduğumuz, oluşturulan bir resim üzerinden hikaye anlatma tarzını bu filmde
bulamıyoruz. Tersine resimler hikayeyi takip ediyor. Aynı şekilde, hikaye de,
ileriye doğru gelişen ve bir sona ulaşan klasik bir yapıya sahip. Dolayısıyla
“Bir Zamanlar Anadolu’da”, ortalama bir söylemle “anlaşılır” bir film.
Şüphesiz, filmi büyük
yapan, yönetmenin tarzını neredeyse terk ederek, klasik sinema dili içerisinde
kendisine yer araması değil. Aynı şekilde, Cannes’da Jüri Büyük Ödülü almış
olmasının da, filmin değerlendirilmesinde tek başına bir kıstas olamayacağını
düşünüyorum. Sinemamız için “Bir Zamanlar Anadolu’da”, hikaye anlatımı, resim
oluşturma, gerçekçilik vs. gibi sanatsal kıstaslar göz önüne alındığında bir
başyapıttır. Kimlik ve var oluş sorununu yalın, hayatın içinden referanslarla
sunduğu için, özellikle de aydınlarımızın önemsemesi ve tartışması gerektiği
bir film, “Bir Zamanlar Anadolu’da”.
Taner Birsel’in,
alışık olduğumuz tarzı, Yılmaz Erdoğan’ın sürprizleri ile canlı, espri ruhu
oldukça yüksek bir karakter betimlemesine dönüşmüş. Muhammed Uzuner’in ve Ahmet
Mümtaz Taylan’ın “tutumlu”, rol çalmayan oyunculukları filmin hikayesini
anlatma çabasını güçlendirmiş. Ancak, "Bir Zamanlar Anadolu’da” filmi
hatırlandıkça, oyunculuğu konuşulacak olanın Fırat Tanış olduğunu düşünüyorum.
Filmde en az repliklere sahip olsa da, Tanış, yarattığı katil karakteri ile
hafızalardan silinmeyecek bir oyunculuk ortaya koymuş. Fırat Tanış, filmin
Dostoyevski üslubuna yaklaşmasına en çok katkı koyan oyuncu olduğunu
söyleyebiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder