13 Nisan 2012 Cuma

Bozkırın ortasından bir aydın çığlığı: “Bir Zamanlar Anadolu’da”


Koca bozkırın ortasında, öldürdüğü adamın cesedini nereye koyduğunu hatırlamayan bir katilin (Fırat Tanış) peşinde, Savcı Nusret Bey (Taner Birsel), Komiser Naci (Yılmaz Erdoğan ve Doktor Cemal (Muhammed Uzuner) “yanında top gibi bir ağaç olan çeşme arıyor. “Bir Zamanlar Anadolu’da” insana kendi varlığını, hayatın içerisinde ifade ettiği anlamı böyle yalın, saf bir hikaye üzerinden sorgulatıyor. Nuri Bilge Ceylan “küçük bir hikaye”den büyük bir film çıkararak, sinema tarihimize bir başyapıt kazandırmış oldu.

İçlerinde çenesi en düşük olanı Komiser Naci, epilepsi hastası oğlu üzerinden, belki biraz da mesleği nedeniyle, “hayatı izleyen” bir konumdadır. Savcı Nusret Bey ise, karısının intiharının nedenleri ile yüzleşmek zorunda kalacağından habersiz, sabaha Ankara’da olması gerekirken gecenin bir yarısı bozkırın ortasında ne aradığını bilmez durumdadır. Doktor Cemal ise bir “yabancı”dır. Komiser Naci, “bir gün gideceksin, ama buraları hiç unutmayacaksın Anadolu’da bir zamanlar bir kasaba vardı diyeceksin… masal gibi” derken bile Doktor kayıtsızdır etrafında olanlara. “Ruhu” çoktan başka diyarlara göç etmiştir, çünkü.

Aydın ne için var?
Bir Zamanlar Anadolu’da” filmi sadece, bir katilin kaybettiği hafızasına teslim olan üç devlet memurunun kişisel öykülerinin toplamı değildir. Filmi böyle “okuduğumuzda”, Nuri Bilge Ceylan’ın, “soruların en zoru” olan, aydın kimliği ve toplumdaki yerini tartıştığını kabul edebiliriz. Ceylan, Dostoyevski üslubunu anımsatan karakter okumaları ve betimlemeler arasında izleyiciyi büyük, felsefi bir tartışmanın ortasına çekiyor.

Anadolu, İstanbul aydını için Osmanlı döneminde sürgünü, cezalandırılmayı ifade ediyordu. Cumhuriyet Devrimi ise, Anadolu’yu aydın için uyanışın, dirilişin ve var oluşun yatağı olarak tanımladı. 21. Yüzyıl aydını için ise, Anadolu taşınamayacak kadar ağır bir yük, öyle ki, ancak kaçarak kurtulmak mümkün. Komiser Naci, “siz bunları bilmezsiniz” diyerek Nusret Bey’e çıkışırken, ya da muhtar (Ercan Kesal) konuklarına kuzu etinin “doğallığı” üzerine konferans verirken bozkırın dokusuna yabancı, kente, bir manada “başka bir dünyaya ait” insanı görüyoruz.

Bir Zamanlar Anadolu’da” kesinlikle “minimalist” bir film değil. Nuri Bilge Ceylan’ın özellikle ilk filmlerinde tanık olduğumuz, kısa anların analizi bu filmde yok. Tersine, tam 157 dakika sürmesine karşılık, hikayesini ileriye doğru sürekli geliştiren, böylece filmin yüksek temposunu koruyan bir film başarmış, yönetmen. Öte yandan, görsel bir minimalizmden söz etmek de imkansız. Görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki’nin de ustalığını kattığı, karanlığın ortasında oluşturulan büyük resimler, neredeyse 19. Yüzyıl sonundaki ilk expressionist ressamların tablolarıyla karşılaştırılacak değerde.

Yalnız ve güzel ülkenin filmi
 “Bir Zamanlar Anadolu’da”, tematik olarak Nuri Bilge Ceylan’ın ifadesiyle söylersek, “yalnız ve güzel ülkeme adanmış” filmlerin bir devamı olsa da, resimleri ve hikaye kurgusuyla önemli farklılıklar gösteriyor. Özellikle Nuri Bilge Ceylan’ın ilk filmlerinden alışık olduğumuz, oluşturulan bir resim üzerinden hikaye anlatma tarzını bu filmde bulamıyoruz. Tersine resimler hikayeyi takip ediyor. Aynı şekilde, hikaye de, ileriye doğru gelişen ve bir sona ulaşan klasik bir yapıya sahip. Dolayısıyla “Bir Zamanlar Anadolu’da”, ortalama bir söylemle “anlaşılır” bir film.

Şüphesiz, filmi büyük yapan, yönetmenin tarzını neredeyse terk ederek, klasik sinema dili içerisinde kendisine yer araması değil. Aynı şekilde, Cannes’da Jüri Büyük Ödülü almış olmasının da, filmin değerlendirilmesinde tek başına bir kıstas olamayacağını düşünüyorum. Sinemamız için “Bir Zamanlar Anadolu’da”, hikaye anlatımı, resim oluşturma, gerçekçilik vs. gibi sanatsal kıstaslar göz önüne alındığında bir başyapıttır. Kimlik ve var oluş sorununu yalın, hayatın içinden referanslarla sunduğu için, özellikle de aydınlarımızın önemsemesi ve tartışması gerektiği bir film, “Bir Zamanlar Anadolu’da”.

Taner Birsel’in, alışık olduğumuz tarzı, Yılmaz Erdoğan’ın sürprizleri ile canlı, espri ruhu oldukça yüksek bir karakter betimlemesine dönüşmüş. Muhammed Uzuner’in ve Ahmet Mümtaz Taylan’ın “tutumlu”, rol çalmayan oyunculukları filmin hikayesini anlatma çabasını güçlendirmiş. Ancak, "Bir Zamanlar Anadolu’da” filmi hatırlandıkça, oyunculuğu konuşulacak olanın Fırat Tanış olduğunu düşünüyorum. Filmde en az repliklere sahip olsa da, Tanış, yarattığı katil karakteri ile hafızalardan silinmeyecek bir oyunculuk ortaya koymuş. Fırat Tanış, filmin Dostoyevski üslubuna yaklaşmasına en çok katkı koyan oyuncu olduğunu söyleyebiliriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder